4
Ağustos 2007 Cumartesi günü Elektrik Mühendisleri Odası ve Kimya Mühendisleri
Odası Ankara Şubeleri son dönem özelde büyük şehirlerde yaşanan elektrik ve su
kesintileri ve bunla ilişkili küresel ısınma etkileri hakkında bir basın
toplantısı düzenlediler.
Uzun süredir gerek ülkemizin gerekse dünyanın gündemini meşgul eden "küresel ısınma", domino taşı etkisi ile günlük yaşamımıza yansımaktadır. Küresel ısınmanın nedeni olan sera gazı emisyonları, çok büyük oranda enerji dönüşümü veya kullanımı sırasında ortaya çıkmaktadır. Atmosfere salınan sera gazlarının, dış tabakada battaniye etkisi yapması nedeni ile güneş ışınlarını tekrar dünyamıza yansıtması sonucu dünyadaki ısı artmakta, bu ısı artışına da kürsel ısınma adı verilmektedir. Isınma sonucu, dünyamızın doğal dengesi bozulmakta, bu bozulma kendisini su ve yağış rejiminde düzensizlikler, mevsim normalleri üzerinde seyreden sıcaklıklar ve sıcaklık artışlarına bağlı olarak buzullarda erimeler, iklim değişiklikleri ve bazı bitki ve hayvan türlerinin kaybolması veya yer değiştirmesi gibi olaylarla göstermektedir. Bu konuda bizzat temsilcilik ziyaretlerimiz sırasında gözlemlediğimiz Akşehir ve Seyfe göllerinin kuruduğu, basından izlediğimiz kadarıyla da, Beyşehir, Eber ve Tuz gölünün de büyük oranda su kaybına maruz kaldığıdır. Ülkemizde küresel ısınmaya bağlı olarak şimdilik iki büyük sorun yaşanmaktadır. Bunlardan birisi susuzluk diğeri ise elektrik tüketiminin karşılanmasında yaşanan sorunlar. Bir de bu iki krizden çıkar elde etmek isteyenler vardır, bunlar da üçüncü sorunumuzdur. Bu sorunları çözmekle görevli yetkililer, erken aşamalarda önlem almayıp sorun yakıcı bir biçimde karşımıza geldiğinde de en kötü çözümü dayatmakta ve bundan çıkar sağlamaktadırlar. Yıllarca suyumuzun bol olduğu düşüncesiyle sürdürülen hoyrat su tüketimi, tarımsal sulamada kullanılan çağ dışı sulama yöntemleri, bitki örtüsünün yok edilmesi gibi nedenler bugün önümüze bir çölleşme faturası koymuştur. Özellikle Ankara ve İstanbul, sağlıklı su konusunda zaten yok edilen kaynaklar nedeniyle sorunluyken, küresel ısınma nedeniyle yağış rejimindeki düzensizlikler nedeniyle içme suyu ve sağlıklı kullanma suyu konusunda büyük sorunlarla yüz yüzedir. Asgari temizlik ihtiyaçları için yeterli su bulunamazsa büyük kentler salgın hastalık tehdidi ile karşı karşıya kalacaklardır. Ankara‘nın içme suyu sağlayan barajları toplam (22 milyon+6 milyon+92 milyon+1 milyar yüz yirmi milyon+112 milyon+56 milyon+75 milyon) 1.483.000.000 m3 kapasiteye sahip olup, günlük 1 milyon m3 tüketim ile 4 yıl Ankara‘ya su verebilecek durumdadır. Sulama ve buharlaşma etkisini de dikkate alırsak bu süre daha azdır. Ancak dağıtım şebekesinde %50 kayıp olduğu resmi verilerle sabittir. Bu durumda Kızılırmak suyunu getirmek yerine dağıtım şebekesinin niye iyileştirilmediği ve kayıpların normalize edilmediğinin Ankaralılara açıklanması gerekmektedir. Her şeyden öte Ankara‘nın barajlarındaki su miktarı nasıl birden bire %5 seviyesine düşmüştür? Niye bu noktaya gelmeden önce önlem alınmamıştır? Sertlik derecesi, klorür (30 kat) ve sülfat (16 kat) oranları yüksek Kızılırmak suyunun Ankara‘ya getirilmesinden kimler ne çıkar elde etmektedir? Su sorununun bilimsel yöntemlerle ele alınarak su politikalarının oluşturulması, tarımsal sulama uğruna doğal hayata yapılan müdahalelerin sona erdirilmesi, düzenli bir su rejimi için bitki örtüsünün ve orman alanlarının geliştirilmesine yönelik adımlar atılması acil olarak yapılması gerenlerdir. Her alanda mevcut işleyişi negatif yönde etkileyen özelleştirme ve satış girişimlerinin nehirlerimize kadar uzanması kabul edilemez. Bütün mantarlar yenir, ama bazıları sadece bir kez! Diğer bir sorunumuz ise elektrik enerjisi üretiminde yaşanan kritik günlerdir. Elektrik üretim, iletim ve dağıtımının piyasanın kar güdüsüne terk edildiğinde nereye gittiğini hep birlikte gördük. Bu anlayış sürerse karşılaşılacak son bellidir: Karanlık Türkiye! Enerji bir rant alanı değil, su kadar oksijen kadar doğal bir ihtiyaçtır ve piyasalaştırılamaz! Yürürlükte olan 4628 sayılı yasa ve buna bağlı olarak piyasalaştırılmış enerji sektörünün halkın yararına sonuçlar ortaya çıkarması mümkün değildir. Ancak rant ve çıkar çevreleri bu durumu ellerini ovuşturarak izlemektedirler. Yaklaşık 41.000 MW kurulu gücümüzü, puant saatte 29.000 MW civarında kullanabiliyoruz. Ki 29.000 MW‘a ulaştığında neler olacağı belirsizdir. Termik santrallerde revizyon ve rehabilitasyonlar planlanan şekilde yapılamamakta, bunların sonucu bazı santraller soğuk yedek olarak atıl durumda beklemektedir. Enerji ile ilgili hükumet yetkilileri, yaşanan sorunları üstü örtülü olarak kabul etmekte ancak, ısrarla ve hala bugüne gelmemizin sebebi yanlış politikaları (özelleştirme) dayatmaktadırlar. Takke düşmüş, kel görünmüş ve elektrik sektörünün piyasalaştırılmasının kabul edilemez olduğu anlaşılmıştır. Hatada ısrar etmenin sonuçları çok vahim olacaktır. Geçen yıl 1 Temmuzda yaşanan yapay kesintiler sırasında da görülmüştür ki, özel sektör kar odaklı faaliyet yapar. Ancak elektrik sektörü kar odaklı planlama ile yönetilemez! Enerji kamusaldır, kamu eliyle planlanmalı ve yönetilmeli, kamusal bakış açısına ve yaklaşımına derhal geri dönülmelidir. Elektrik sektörünü sermayenin at koşturduğu kar odaklı alan olmaktan çıkararak kamu tekeli yeniden kurulmalıdır. Enerji Bakanlığı geçen yıl çıkardıkları kanunlardan yakınmaktadırlar. Kamunun yatırım yapmasını engelleyen kendileri, bugün bu konuda şikâyetçi olan gene kendileridir. Kaldı ki, "elektrik kesilmeyecek" sözünden 1 gün sonra 3 ilde başlayan kesintiler uzağı görme konusundaki başarıyı kanıtlamaktadır. Çarşambadan sonra perşembenin gelmesi kadar olağan olan, yaz aylarındaki klimalardan kaynaklı tüketim artışı öngörülememiş, aylar önce bütün dünyanın önlem almaya başladığı küresel ısınma ve etkilerine karşı seyirci konumu takınılmıştır. Her zaman belirttiğimizi bir kez daha söylüyoruz: "enerji; ekonomik, ekolojik, kaliteli, erişilebilir, yerel olmalıdır". Şu an itibariyle bütün bu parametreler tersine dönmüştür. Elektrik üretim ve tüketimi açısından ise, yaşanan sınır değerlerindeki üretim ve tüketimin karşılanması için bir yandan etkin ve verimli kullanım politikaları yaygınlaştırılmalı, diğer yandan talep tahminleri gerçekçi olarak yapılmalı ve üretim tüketim dengemiz normalleştirilmelidir. Bütün bunlar olurken; bazı malum kesimlerin "nükleer zorunluluktur", "gizli eller nükleeri engelliyor" yönünde yaptıkları açıklamalar bize hiç yabancı değildir. Yapay krizlerle halkı tehdit edenleri geçmişte gördük, bugün de görüyoruz. Mevcut krizleri yönetme konusunda yeterli olamayanlardan hesap sorulması gerekirken, fırsatı ganimet bilen çıkar çevreleri, teknolojik ve ekonomik olarak Hiçbir akılcı yanı olmayan, dışa bağımlı ve yüksek riskli nükleer santral önermektedirler. 400 Milyar Dolar dış borcumuzu daha da arttıracak geri dönülmez maceralara sürüklemek isteyenlere karşı halkımızı uyarıyoruz: bu ganimet avcılarına inanmayın! EMO Ankara Şubesi KMO Ankara Şubesi
|