68'in ABD'li öğrenci lideri, yazar ve aktivist Michael Albert geçtiğimiz günlerde İstanbul'daydı. Geliştirdiği 'katılımcı ekonomi' vizyonu bugün hâlâ tartışılan Albert'la, ikiyüzlü ve yalancı olarak gördüğü kapitalist sistem üzerine konuştuk.
Vahşi kapitalizm mi, yahşi sosyalizm mi? ABD‘li alternatif küreselleşme savunucusu Michael Albert, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile BGST Yayınları‘nın davetlisi olarak, geçtiğimiz günlerde Türkiye‘deydi. Albert daha sonra Elektrik Mühendisleri Odası‘nın konuğu oldu; üç gün boyunca Ankara‘da bir çalıştaya katıldı. Yakın zamanda BGST Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen son kitabı Umudu Gerçeğe Dönüştürmek‘te de Albert, demokratik ve katılımcı bir toplum vizyonu geliştirmeye çalışıyor. Tanınmış aktivist ile dünyanın ekonomik, ekolojik ve sosyal geleceğini konuştuk. Konuşmalarınızın birinde, kapitalizmin insanlığın geleceğini tehdit ettiğini söylediniz. Bunu açar mısınız? Kapitalizm, dünya için ciddi bir tehdit; ekolojinin düzenini tahrip ediyor. Bu, intihara meyilli olmak gibi bir durum. Bu durum, bize başta küresel ısınma olmak üzere, pek çok sorun halinde geri dönüyor. Şu anda çok korkunç görünmese de zaman geçtikçe daha da kötüleşecek. Bir iki binayı yerle bir edip 3-4 bin kişiyi öldürmek, bir savaşta yüz binlerin canına kastetmek özünde kötü tamam; ama peki ya kapitalizmin tam da şu anda yarattığı korkunç tahribata ne diyeceğiz? Tam da şu anda, bu sistem nedeniyle her yıl 10 milyonlarca insan yaşamını yitirmiyor mu? Buna karşı biz ne yapıyoruz? Cinayetleri, işlenen suçları hiç hesaba bile katmıyorum. Küçük üçüncü dünya ülkelerinin ABD ile olan ilişkilerine bakın. Kaldı ki siz zaten bir Türk olarak, bunu benden daha iyi biliyorsunuz. ABD‘de her gece ortalama 6 milyon kişi, evsizlik ve yoksulluk nedeniyle geceyi dışarıda geçiriyor, karton kutularda uyumaya çalışıyor. Dahası, 7 milyona yakını da izbe otel odalarında, boş binalarda yaşamaya çalışıyor. Bu korkunç. Tüm açları tekrar tekrar doyurabilecek küresel üretimin olduğu bu ülkede, insanlar hâlâ açlıktan kırılabiliyor. Uluslararası şirketlerin, son yıllarda çevre için sorumlu ve kaygılı bir tutum sergileyerek yeni projeler üretiyor olmalarını samimi buluyor musunuz? Sözgelimi, BP ve Shell‘in yoksulluğu karşılarına alan söylemleri, bana kalırsa tamamen yalan. Hayatımda böyle dalavere görmedim, öte yandan bu kurumlar, ‘Küresel ısınmayı durduralım,‘ da diyorlar, evet. Tamam, bunu gerçekten istiyorlar. Ama niye? Çünkü küresel ısınma onları da etkileyecek! Sonuçta dalgaların boyu 2.5 metreye koşuyor. Ancak bu tavırları, beraberinde bir sıkıntıyı dışa vuruyor: Hem sahip oldukları refah ve enerjiyi sürdürülebilir kılıp, hem de küresel ısınmayla nasıl baş edecekler? Bu durum onları küresel ısınmayla gerçekten mücadele etmekten alıkoyuyor. Hem ekolojik sorunlara duyarlı görünmeye, hem de sahip oldukları piyasa gücünü korumaya çalışıyorlar. Bu tam bir ikiyüzlülük ve yalan. Bazı çevreciler kapitalist sisteme karşı çıtlarını bile çıkarmıyor Greenpeace‘in inandırıcılığı sizi tatmin ediyor mu? Greenpeace bile ‘Biz küresel ısınmayı durdurabiliriz,‘ dediğinde, bir yere kadar hareket edebiliyor. Örneğin çıkıp, biz ‘anti-kapitalistiz‘ veya ‘piyasa karşıtıyız‘ dediklerini duyan olmuş mu? Piyasalardan, bu kapitalist sistemden kurtulmadan, ekolojiyi tahrip eden bu unsurları gidermek mümkün mü? Bence Greenpeace ve böyle davranan diğer bazı örgütler, biraz korkak. Gerçeği ayan beyan biliyorlar. Ama bunu ifade edemedikleri müddetçe, sorun devam edecek. Bir kısım ‘çevreci‘ de bu sisteme karşı tek laf etmiyor; kapitalizmi, piyasa ekonomisini olumluyor ve benimsiyor, kimi de elindeki refahı yitirmeyi göze alamıyor. Al Gore‘u ele alın; küresel ısınmaya karşı verdiği mücadele samimi mi, değil mi? Kapitalist piyasa ekonomisinden kurtulmak gibi bir niyeti yok. Küresel ısınmayı önlemek için bu yönde çözüm üretmiyor. ‘Katılımcı ekonomi içinde ‘koordinatörizm‘ tabiriyle eleştirdiğiniz, beyaz yakalılar mı? İşgücü ve kapital arasında arabuluculuk eden bir kesimden söz ediyoruz burada. Bunlar, kendilerine bahşedilmiş yetki ve eğitimlerini, hakim sınıf ve kendi çıkarları lehine kullanan insanlar. Benim ‘koordinatör‘ sınıfına eleştirim, sahip oldukları gücü sadece kendi sınıflarının çıkarma kullanıyor olmalarına yönelik. Böyle davranarak elde ettikleri yetki, işgücü, yetenek ve hakları, sadece kendi tekelleri altına alıyorlar. Oysa bütün bu vasıfları halka geri sunmamız gerekiyor. Bugün kapitalizmin AR-GE‘den bile anladığı, kâr fazlasını sağlayabilecek ve koordinatörler ve kurum sahiplerinin bekasım garantileyecek tedbirlerden ibaret. Oysa savunduğum ‘katılımcı ekonomi‘ düzeni, insanların kendi hayatlarım idame ve kontrol edebilecekleri kararları kendilerinin almalarına dayanıyor. Michael Albert, 2008 ABD seçimlerinden umutsuz Çalışanları meşgul etmek kapitalizmin en büyük hilesi mi? Kapitalizmde bir ‘üretim bandı‘ sürekli önünüzde oluyor. Bu üretim bandı, iş gücünü tahakküm altında tutmanın yegane yolu. Oysa asıl yaratıcılık, sınıf ilişkileri ve hiyerarşisini sürekli güncelleyip yeniden üretebilecek sistemlerden geçiyor. Katılımcı ekonomi mantığında insanlar, kendi iradeleriyle çalışma ortamlarım kasıl yeniden tasarlayabileceklerinin kararım verme hakkına sahip. Böylece daha az yabancılaşma ve sınıfsal parçalanma söz konusu olabiliyor. Bu noktada, ABD‘de neredeyse bir kültür ikonu haline gelen New York Giants kökenli, akıllı Beysbol menajeri Leo Derocher‘dan bir alıntı yapmak istiyorum. Kendisinin "İyi insanlar, yarışta hep en sonda gelir," diye bir sözü vardır. Herkes bu sözün ne kadar zeki ve nazik olduğunu düşünür ama, ben ABD toplumunu bundan ağır eleştiren bir söz daha hatırlamıyorum. Bu aslında toplumda iyi olmanın, size zarar atılımcı ekonomide herkes kendi iradesiyle karar alabilir verdiği ve iyi olmamayı tercih etmenin de daha avantajlı olduğu, böylece kesenizi doldurabileceğiniz anlamına geliyor! Katılımcı ekonomi, dayanışma, karşılıklı anlayış, saygı ve empati duygusunu barındırıyor. Buna kalkıp ‘katılımcı sosyalizm‘ diyebilenler de çıkacaktır. Ama ben buradaki ‘sosyalizm‘den 1900‘lerin başındaki Sovyet Rusya‘yı değil, dünyadaki hemen birçok insanın bu kavram üzerinden talep ettiği adalet, özgürlük ve bağımsız yaşam hakkım anlamaktan yanayım. ABD‘deki 2008 seçimlerine yönelik tahmininiz ne? Seçimler kimin umurunda? Amerikalı seçimlerinde her daim iki parti vardır: Demokrat ve Cumhuriyetçi. Bu partiler de her zaman aynı şirket yanlısı yapıya hizmet eder. Her iki parti de küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda çalışır. ABD halkının yarısı niye oy vermekten yana olmaz peki? Çünkü kendilerini mahkum edecek olana, her halükârda niçin oy vereceklerini anlamazlar. Oy kullanan yüzde 50‘lik kesim ise, kişiye ve dış görünüşe oy vermekten öteye gitmez. Seçecekleri kişinin nasıl göründüğü, nasıl alkışladığı, nasıl konuştuğu onlar için daha önemlidir! En azından neyi seçeceklerini görmektedirler. İnternet siteniz Zmag‘in Türkçe versiyonunda niçin hem Türkçe, hem de Kürtçe içerik tercihi bulunuyor? Bunu Türkiye sitesinin yöneticilerine sormalısınız. Ama, sanırım bunu uygun gördükleri için yapmışlar. Kaldı ki Kürtlerin siteye gösterdikleri ilgiyi ve içlerinde bulundukları zor durumu, ya da Türkiye‘deki topluluklar arası şiddeti hesaba katacak olursak, bu çok normal bence. Kürtlere tüm haklara sahip birer yurttaş olarak saygı gösterilmesi gerekir. Bilgi için: www.zmag.org/turkey ve www.bgst.org
|