Sevgili Basın Emekçileri, "Yiyin Efendiler Yiyin" diyen Tevfik Fikret‘ten yıllar sonra daha aç gözlü ve doymak bilmez bir kesim iş başındadır. AKP hükümetinin seçim sloganı "durmak yok, yolmaya devam" biçiminde devam ediyor. Sağlık sisteminin ticarileştirilmesinin birinci yıldönümü olan 1 Ekim, aynı zamanda elektrik faturalarını özelleştirme yoluyla şişirmeye devam etmenin de kilometre taşlarından biri olmuştur. Maliyet bazlı fiyatlandırma adını verdikleri ancak maliyete değil, dağıtım şirketlerinin kârlarına endeksli hesaplamalar sonucunda bugünden itibaren meskenlerde kullanılan elektrik %9,68 zamlanmıştır. 1 Ekim 2009‘dan itibaren geçerli olmak üzere, TETAŞ tarafından talep edilen %20 oranındaki zammın, mesken abonelerine yansıması %9,68 olmuştur. İşçiye-memura yıllık %4,5 zam verilirken, enerji üretim maliyetlerinin 3 aylık dönemde %20 nasıl arttığını anlamak ise mümkün değildir. Personel maliyetlerinde belirgin bir artış yok, doğalgaz fiyatlarında düşüş var, ithal kömür alım fiyatlarında düşüş var, döviz kurunda düşüş var ancak maliyet bazlı fiyatlandırma formülü, her nasılsa elektrik üretim maliyetlerinde artış öngörüyor. Oysaki gerçek elektrik üretim maliyetleri ve amortisman giderleri satış rakamlarının yaklaşık olarak 1/4‘ü civarındadır. Özelleştirme Demek, Zam Demektir! Özelleştirme Karşıtı Platform Ankara Bileşenleri olarak, ısrarla "özelleştirme demek zam demektir" demiştik. Kanıt ortada: BEDAŞ özelleştirildikten sonra elektrik faturalarındaki dağıtım bedeli oranı meskenler için %12,7‘den %15,9‘a çıkmıştır. Bir başka deyişle zammın %3,2‘si dağıtım şirketlerine kıyak yapmak için vatandaştan alınmaktadır. Son zamdan sonra dağıtım bedeli oranının ne kadar daha artacağı ise henüz meçhuldür. Hani özelleştirince rekabet gelecek ve ucuzlama olacaktı? İşte, neo-liberalizmin yaldızlı özelleştirme söylemlerini kazıyınca ortaya zam çıkmıştır. Özelleştirme politikaları bugüne kadar, hep söylenenlerin tersi biçiminde ortaya çıkmıştır. Ucuzluk yerine zam, kalite yerine kötü hizmet, sermayenin halka yayılması yerine yandaş holding palazlanması, verimlilik yerine çalışanların daha fazla sömürülmesi özelleştirme uygulamalarının belirgin ve ortak sonucu olmuştur. Özelleştirme kapsamına alınan kamu kuruluşlarındaki kamu çalışanları ise özelleştirme mağduru yapılmışlardır. Özelleştirme söylemlerinin başlangıcında sıkça vurgulanan, kamu işletmelerinin siyasi arpalık olarak kullanıldığı gerçeği ise öz itibariyle değişmemiş, biçim değiştirerek bütün özelleştirmeler kamu vicdanında kuşku yaratacak şekilde, kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmiştir. Sermayenin küresel krizi sırasında bütün dünya özelleştirme felsefesinin çöküşüne tanıklık etmiştir. 30 yıldır dillerden düşürülmeyen "kamu beceremiyor, özel olan güzeldir" balonu patlamış, krize giren sermaye gruplarını kurtarmak için kamu hazineleri ve halktan alınan dolaylı vergiler kaynak olarak kullanılmıştır. Kapitalizmin küresel krizinin birinci yılı dolmuş ancak küresel kapitalizmin her düzeydeki temsilcilerinin ve işbirlikçilerinin gözü doymamıştır. Özelleştirme Karşıtı Mücadele! Sağlıkta, eğitimde, haberleşmede yaşanan özelleştirmelerin hepsi kamusal yıkımlara yol açmıştır. Şimdi de suyun ticarileştirilmesi ile doğal hayatımızın, milli piyangonun özelleştirilmesi ile umutlarımızın, yolların ticarileştirilmesi ile seyahat özgürlüğümüzün, yani yaşamın tümüyle ticari bir meta haline dönüştürülmesi tartışmaya açılmıştır. Bugüne kadar yapılan özelleştirme uygulamaları ve süslü söylemlerin oluşturduğu tezatlıklar, eğer özelleştirmeler devam ederse katlanarak devam edecektir. Yapılanlar yapılacakların göstergesidir. Şimdi; bilimden, emekten ve halktan yana ekonomi politikalarının tartışılması zamanıdır. Sermayeye daha fazla kâr sağlamak için uygulanan bütün neo-liberal politikalardan ve politikacılardan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Eğitimden sağlığa, elektrikten haberleşmeye yaşamın ticarileştirilmesine karşı, daha güçlü ses, omuz omuza mücadele ve dayanışma dışında çare yoktur. Özelleştirme Karşıtı Platform Ankara Bileşenleri 1 Ekim 2009
|